Geçmiş


Dinliyorum müziği ve anlamaya çalışıyorum. Oysa bu düpedüz bir hata. Müzik birileri anlamak için debelensin diye ortaya çıkan bir şey değil. Söylediğimi iki kelamda yıkabilirim ama arkasında durmak ve kendi kendime inatlaşmak, müziği anlamak ve yaratlanların hissiyatlarını çözümlemeye çalışmaktan daha kolay geliyor.

Yaratan ile yarattıklarını anlamaya çalışanlar arasında çirkin bir denge var. Sanat olması gerekenden daha önemli bir şeymiş gibi gözüküyor hatta bu dengeyi düşününce. Öyle çirkin bir denge ki bu insan kendini, terazinin hangi kefesine koyması gerektiğini şaşırıyor. Yaratma sürecine her dahil oluşunda, her burnunu sokuşunda bir şeylere, merak ettikçe ve anladıkça kendini diğer kefeye atıveriyor. Çünkü yaratılanı yeterince anlamak için yaratmak gerekiyor. Yaratır gibi yapmak daha doğrusu, taklit etmek, çalmak, sana ait olmayını benimsemek, esinlenmek, seç birini işte. Hiç doğmayacak çocuğa hamile kalmak gibi. Müziği anlamaya çalışıyorum ve buna izin verecek bir anlama kabiliyetimin olduğunu haykıracak kadar güvensizim beynime.

Oysa düşünüyorum sık sık. Kafamda uydurduğum ve benimle hiçbir bağlantısı olmayan bir hikayenin benim en derin mevzularımı nasıl yansıtabileceğini düşünüyorum. Hiç yaşamadığım acıları dile getirip, o dağınık bilinç kutumun içinde bir yerlerde benden habersiz acıları temsil edeceğini düşünüyorum. Uyduruyorum, göz göre göre uyduruyorum. İğrenç bir gece kulübünde çalan sekse çağrı müziğinde dans eden, içen, sıçan, yiyişen ve hemen akabinde birbirlerini unutan insanları izleyip ne kadar sıradan olduklarını düşünüyorum. Çünkü bulunduğun anı yaşamak sıradan. O andan çıkıp bir hikaye uydurmak ve bu hikaye için özel olarak bir duygu, bir acı yaratmak kendine büyük radikallik. Farkında olmak işte, müziğin, seslerin, hormonların, farkında olmak. Ne kadar acı. Farkında olmayı bile bir bok sanmak ne kadar acı, varoluşun ön şartı olması gereken basit bir şeyi bile cool olma aracı olarak kullanmaya debelenmek acı amına koyayım.

Tüm etkileri ve tüm tepkileri bir kenara bırakmak lazım. Hayat bundan daha kolay, peşinde koştuğumuz hedeflerimizden, mükemmeliyetimizden, olmaya çalıştığımız ve asla olamayacağımız idealimizden çok daha kolay. Ama çalışan veya çalıştığını umduğumuz kafalarımız var. İçinde asla ihtiyacımız olmayacak ama başka birilerinin çok işine yarayacak bir sürü bilgi ile dolu olan. Bizi asla mutlu etmeyecek bilgilerle dolu olan. Bizi bir lağım çukuruna düşürecek olan bilgilerle dolu olan kafalarımız var. Cehalet mutluluktur, diyecek kadar zeki hissetmiyorum kendimi. Cehalet değildir mutluluk, bahşedilmiş de değildir cehalet ecnebi dilden çevirip söyleyecek olursak. Mutluluk kayıtsız şartsız peşinden koştuğumuz bir hayalettir. Kafamızın içine soktuğumuz veya sokmadığımız sadece bu hayaletin peşinden ne kadar koşacağımızın ölçüsüdür ancak.

Yaratan ile yarattıklarını anlamaya çalışanlar arasında çirkin bir denge var. Müziği dinlerken hangi tarafa yakın olduğunu gerçekten düşünürsen anlayacaksın. Müzik senin için değil, başkalarının şu şekilde hissetmesini sağlamak için demeye başladığın ilk milisaniyede üzerine çullanacak yaratan olmanın ukalalığı. Yaratan ukaladır mı demek istiyorum peki? Sanırım öyle demek istiyorum, yaratan ukaladır, bize farkındalığını göstermeye çalışan bir andavaldır.

Tüm titreşimleri ve frekansları duyuyorum, mühendislik disiplinimle düşünüp algılıyorum olan biteni. Sesler yok aslında hepsi rastgele dizilmiş sinyallerden ibaret. Yükseklikleri ve zamana bağlı değişkenleri tahmin edilemez, ama hissedilebilir. Hissetmek mühendislik disiplininden en uzakta olabileceğiniz noktadır çünkü. Ölçümü yoktur hislerin. Vektörlerine, matrislerine ayıramazsın. Birimsizdir.

His ve bilimin tek kesiştiği nokta bitiş anıdır. Bir anda yok olur her şey. Geriye kalan geçmiştir. Geçmiş.

Müziğin kesildiği an, anlarsın onu.

Comments