Azo bir güvercindir

Nasılsın?
Her şey yolundaydı. Zamanla daha da iyi olacaktı, sadece beklemek yok mu, beklemek. Sonra Şekspir gibi büyük laflar söylemeye başladım. Beklemek Cehennemdir. Bu alıntıyı o kadar çok kullanıyordum ki, artık kabak tadı vermeye başladı.
O gün, toplu taşıma kullanmaya karar vermiştim. Kendimi cezalandırmak içinse hep en kötülerini seçtim. Minibüs, metrobüs ve tıklım tıklım ÖHO ile onunla buluşmaya gittim. Nicedir tutmadığım bir sözüm vardı. Beni aramıyorsun, benimle görüşmüyorsun, diye sitem ediyordu.
Bazen öyle olması gerekir. Oysa ben, benimle görüşmeyenlere kızmıyordum. Kendi kendime kızma konusunda yetkin bir eğitimim vardı. Hali hazırda kendimi suçlu konumuna sokabiliyorken, bir suçlamayı daha kaldıracak hazırlık soruşturmasını yapacak savcılara yazık değil miydi?
Aval aval yüzüme baktı. Ne saçmaladığımı merak ediyordu. Oysa basit bir soru sormuştu.
Hatırlamıyorum sorduğu soruyu. 1998 AC Milan defansı gibi güçlü ve kaba bir savunma mekanizmam vardı.
İleri doğru topu şişirdim. Trivial bilgilerle konuyu değiştirmeye çalıştım. Güvercinler eğer yeterince bakarlarsa insanların yüzlerini hafızalarına atarlar ve bir daha gördüğünde seni tanırlar. Kuş beyinli deyip geçme, dedim. İlgisini çekmedi, instagramdan hikaye paylaştı.
Neden yazmıyorsun artık, diye sordu?
Geçen Pulp Fiction'ı yeniden izledim, dikkatimi bir şey çekti, filmdeki tüm saatler 4:20'yi gösteriyor.
Yani?
4:20 ne anlama gelir bilirsin.
Biliyorum evet. Sıkılarak, telefonuyla oynamaya devam etti.
İlk kahvem bittiğinde, ikinci kahvemim bitecek olmasını üzülmeye başlamıştım. Filtrelerim azalıyordu. Sigara içmemden hoşlanmıyordu.
Gidelim mi, buradan, diye sordu.
Hazır değildim. Daha yapmam gereken bir çok şey vardı. Şimdi sırayla sayamayacağım ama okuyacağım kitaplar, izleyeceğim filmler ve batışını izlemeye imtina edeceğim güneşler var, dedim. Biraz daha beklesek, fena olmaz, dedim.
Acıyarak suratıma bir daha baktı. Başka bir yere geçelim mi?
Olur ama çok oyalanmayalım Azo beni bekliyor, dedim.
Başka yerleri severim, çünkü çoğunlukla orada değilimdir.
Yürürken bir süre susuştuk, ben susuşmalardan tedirgin olunca, başıma gelmemiş acıklı bir olayı, başıma gelmiş gibi anlattım. Anlattıkça hüzünlendim, gözlerim doldu. Müsade isteyip, yanından kaçtım ve bir telefon kulübesine girip hüngür hüngür ağladım.
Eskiden insanların bu kulübelerde gerçek duygularla ağladığını düşünüp daha da hüzünlendim. Hemen gözlerimin pınarlarının önüne set çekildi. Gerçek duygular beni tedirgin ediyordu.

Her şey yolundaydı. Donüşte vapura bindim. Simit aldım, yarısını yedim, geriye kalan yarısını da eve götürdüm. Vapurun peşinde uçan martılar bana küfretti.
Bana ne sorduğunu bir daha unuttum ama cevap beklemediğine de emindim.
Simitim diğer yarısını ince ince parçalayıp, kanadı kırık dostum Azo'ya verdim. O da benim gibi bekliyordu, ikimiz de gücümüzü geri kazanınca uçacaktık.


Comments